11 Kasım 2018 Pazar

Güney Afrika Cumhuriyeti

Öncelikle neden 3 ay önce yazmaya karar verip bu kadar beklediğmi kendime açıkladıktan - sanırım bir ev, bir şehir ve bir  ülke değiştirmek ve bunu "ne olacak ya?" daha önce 3 kez iş ,2 kez ev ve  bir kezde ev değiştirmiştim diye yola çıkmak en büyük hatam olduğundan bu gecikme yaşanmış olabilir- sonra artık yazamaya başlayabilirim.
Dediğim gibi bu yazılarımı kısa tutup, aklımda kalan koşullara, anılara değineceğim. Yaptığım iş  ilgili küçük anektodlar olabilir ama fazlaca yüzeysel kalacağına emin olabilirsiniz.
Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde pazarlama işine adım attığımda benim önümde kocaman keşifler yattığının farkındaydım ve ilk seyahatim bu bölgedeki en güçlü 3-4 ekonomiden biri olan Güney Afrika Cumhuriyeti'ne idi -bundan sonra ingilizce kısaltması olan RSA olarak kullanacağım-.
Bazı şeylern farkındaydım ama bazılarının da değildim. Mesela hiç 9 saatlik bir uçuş yapmamıştım! Önce korku sonra endişe sonra nasıl geçecek abi bu 9 saat düşünceleriyle bir gece saat 01.30 da uçağa binip yaklaşık 2 saatlik uyku ile Johannesburg' a inmiştim. Neyseki sonraları daha rahat uyur hale geldim uzun yolculuklarda- hele hele 3 lü orta kordorda boş sıra bulundumu herşey ok abi mod on-.
Havalanı 2010 dünya kupası öncesinde geliştirildiğinden  - en aından daha sonra göreceğim kıta havaalanlarından çok daha gelişmiş Avrupai bir yapı- hiçbir sorun çıkmadan Johannesburg'dan fuarın yapılacağı Bothaville şehirne gitmek için bizi bekleyen şoförle buluştum. 4 saatlik yolun yarısında kendisine aç olduğumuzu söylediğimiz şoför, kısmen gelişmiş bir kasabada durarak bizi bir puba götürdü ama benim daha çok aklımda kalan, o düzgün Amerikan pubın iki bina yanındaki Türk kebapcısı oldu. Yani RSA'nın bir küçük kasabasında bile vardık ve kebap satıyorduk...Acaba sahibi nerden neden gelmişti... Darbe girişimi sonrası daha çok kavrasamda nedenini belki de sadece hayatını değiştirmek isteyen bir maceracıydı dükkanın sahibi kim bilir...
Bothaville'deki 3 günde gördüğüm, beyazların açık ara her türlü ekonomik güce sahip olup ekonomi yaratan her işin sahibi oldukları bunun yanında zencilerin ise bu hizmet ya da üretim noktalarındaki en alt seviye işleri yaptıklarıydı. Mesela bir barda aşçı, garson beyaz iken zenciler her zaman temizlik görevlerini üstleniyordu. Bu her iş kolunda benzerlik göstermekteydi ne yazık ki.
Ayrıca beyazlar - genellikle Hollanda yada İngiliz- çok kilolu ve ebat olarak büyüktüler. Haliyle yedikleri de. Mesela bizim cağ kebaba benzer bir kebap söylediğinizde 900 gr et geliyordu önünüze ve bu size ikram edilen en küçük menuydu. Okyanus kıyısı olduğundan balık ve deniz ürünlerinde de bolluk mevcuttu. Özellikle yemek menuleri fakat anladığım kadarıyla her türlü hizmet TR'ye kıyasla çok ucuzdu.
Fuar dönüşünde Johannesburg'dan geldiğimiz otoyolu kullanırken bu sefer uyumamış ve hayatımda gördüğüm en net sınıf ayrımı farketmiştim. Otoyolun bir yanında iki ya da üç katlı villalar ve bu villalarda yaşayan beyazları koruyan yüksek duvarlı, duvarların üstünde elektrik telli  yapılar mevcutken, otoyolun tam obür tarafında TR'deki köy evi dışındaki tuvaletler gibi 3-4 metrekarelik tamamen sacdan yapılmış binlerce yanyana yapıda yaşayan zenciler benim önce dumura uğramamı sonra da "bu nasıl dünya kardeşim seven sevene" dememe neden olmuştu.
Son olarak Johannesburg'da kaldığım otel-casinoda hayatımda oynadığım en ucuz kumarı -50 tl ile dört saat geçirmiştim ve tek el için 50 kuruş yeterliydi- hatırlıyorum da KKTC'de giriş bedeli 20 euro isteyen yirmibir masalarına nasıl para dayandığını anlamaya çalışıyorum.
Bu dört günün özeti RSA; seyahati uzun, altyapısı gelişmiş ama kafası kölelik zamanında kalmış, eğitime ve işe aç milyonlarca zenci vatandaşı ile benim ilk ayak bastığım Afrika ülkesi olmuştu.

28 Temmuz 2018 Cumartesi

Ne Yazacağım Derdine Son! Overlok Makinesi Ayağınıza Geldi

Yıllar sonraki ilk blog yazısından sonra ne yazsam acaba diye düşündüm uzunca. Bu yaştan sonra futbol taktük maktik yazacak değiliz, ülkenin halinden gına geldi söz bitti zaten, müzik paylaşsam? hiç ama hiç aram yok kendi kendime eskilerden devam edeyim paylaşmasam da olur yani...
Önce aklıma dostum Ahmet'in "git Torino'nun her sokağını gez hepsinde foto çek o sokakları tek tek yaz" fikri geldi ama sonra sırf "Ahmet'in fikri abi tutmaz" diyerek sildim defterden.

Ama aklıma da güzel fiirler getirmedi değil koftehot; SERİ YAZILAR. Kısa, elimde kalan tüm fotoları paylaşacağım 3-4 günlük Afrika ve Ortadoğu seyahatlerimi ve o ülkelerdeki anılarımı yazacağım. Geride kalan 3,5 seneyi yad etmek adına da iyi bir fikir olacaktır.
Yazıların sırası, seyahatlerimin tarihi akışıyla aynı olacak. Böylece bu bölgeye yaptığım seyahatlerimdeki hislerimin de değişimini tekrar hatırlayacak ve bu değişimi sizlerle paylaşarak daha keyifli okumanızı sağlamaya çalışacağım. Sıra şu şekilde;
1) Güney Afrika-Johannesburg ve Boothaville
2) Kenya- Nairobi, Kisumu
3) İsrail- Hafia, Golan
4) Fas - Kazablanka, Meknes
5) Zimbabwe ve G. Afrika- Harare
6) İran- Tahran
7) Mısır- Kahire
8) Fas 2. Sefer - Kazablanka, Meknes
9) Etiyopya- Addis Ababa
10) İsrail-Tel Aviv, Kudüs
11) Tanzanya ve Kenya - Dar Es Salaam ve Nairobi
12) Tunus - Tunis
13) Sudan -Hartum

Bu seriden ayrı olarak bir de belki genç futbolsever arkadaşlar okur diyerek, aklımda kalan staddan canlı takip ettiğim maçları ve bu maçlardaki hislerimi, düşüncelerimi ve yaşadıklarımı anlatacağım. Bu seride  bulunacak yazılar için ilk aklıma gelen sıralama;
1) gidilemeyen ilk maç; GS:8 Ankaragücü:0
2) gidilen ilk maç : GS- PetrolOfisi
3) Ortaokul ve gençlik seneleri
4) Sami Yen'de ilk maç: GS-Altay
5) İlk şampiyonlar ligi maçı: GS- PSV
6) Üniversite yılları, İstanbul derbileri
7) Kadıköy deplasmanı
8) UEFA'da Sabrili günler: GS- Bordeaux
9) Milli maçlar: İnönü'de Danmiarka, Sami Yen'de Yunanistan ve Bosna Hersek, TT Arena'da Almanya
10)TT Arena 'da Şampiyonlar ligi, şampiyonluklar ve UEFA maceraları
ve tabi ki yurtdışı maç anılarım;
11) AC Milan-Bologna
12) Barcelona- Sampdoria
13) Totenham-Chelsea
14) Paris SG-Monaco
ve bu sene listeye eklemeyi planladığım bir kaç tanesi daha...
Yavaş yavaş yazı planlarımı yapayımi hafızalarımı tazeleyeyim ben artık. Nerden baksan 3 aylık malzeme var yukarıda.

16 Temmuz 2018 Pazartesi

Tam Gaz İleriye Doğru Fakat Geri Gitmek; bir nevi Back to the Future

Son yayınım 2013 Aralık ayından, sonra bir de yayınlamadığım ve/veya yayınlayamadığım bir taslak gördüm akış listesinde; yazmışım ama yayınlamakda gerek görmemiş, kendime saklamışım düşüncelerimi...
4,5 yıl, 2 ülke, 3 şehir,  3 ev, 4 iş yeri, Afrika ve Ortadoğu'da gidilen 12 ülke ve hatıralarda kalan onlarca anı...
Yazamadığım, yazmaya zaman bulamadığım, bulsam da "aman be" diye boşverdiğim, kendimle konuşmaktan çok çevremdekileri dinleyip onlara birşeyler anlatmaya çalışmakla geçirdiğim koca bir dönem. O günkü ben ile bugunümü tartıya koyduğumda daha sosyal, daha çok dinleyen, daha çok kabullenen ve daha az düşünen birine dönüştüm sanırım. Yazmak eyleminin dahi düşünceden kaynaklanan bir son eylem olduğu gerçeğiyle şu an yüzleşiyorum mesela. Sanki beynim durmuş, sanki düşündüğüm hiçbirşey yok, sanki boş bir teneke gibi sesler çıkarmaktayım sadece.
Olsun hoşgörmek lazım 4,5 yılın ardından, insan önce kendini hoşgörmeli; tekrar okur, hatalarımı gözden geçirir, bir daha tekrarlamamaya çalışırım nasıl olsa.
Peki ya tekrar okuyamayacaklar? Son yayınımdan sonra kaybettiğimiz Berkin Elvan mesela? Türkiye'nin üzerinden bir fırtına gibi  geçen terör saldırılarında kaybettiğimiz yüzlerce insan? Suruç, Ankara gar, Dolmabahçe,Sultanahmet, İstiklal Caddesi, G.Antep düğün, Genelkurmay otobüsü, İzmir emniyet, Reina, 15 Temmuz darbe gecesi ve bir  o kadar daha, ülkemizin güvenlik güçlerini hedef alan terör olayları sonrası kaybedilenler. Fransa'da, ABD'de, Mısır'da, Nijerya'da, İngiltere'de, Almanya'da, İspanya'da, Afganistan'da, Suriye'de, Irak'da, Libya'dan yola çıkıp Akdeniz'in ortasında son bulan terörün veya teröre bağlantılı biten hayatlar yada.
Yine süper kötümserim değil mi? Neyse hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var yada en azından unutulmamasını sağlamak lazım yaşanan kötü olayların; tekrar yaşanmasını önlemek için.
Güzelliklere gelelim şimdi de geçen zaman içinde; mesela AMCA olmama :) Ada'nın dünyaya gelişi, kendi kanından kendi canından bir insanın doğduğu andan 4 yaşına kadar gözlemleme şansı ve hep yanında olsun istemek gerçek anlamıyla şanslı insanların yaşayacağı bir duyguymuş meğer. Her nekadar bu mutlu olayda bile insanın boğazında, kursağında kalacak birtakım can sıkıntıları olsa da.
4,5 yıl sonra şöyle bir kaybedilenleri ve kazanılanları yada hayatta hatırlamak ve unutmak isteyeceklerimi düşünerek yazayım dedim bu yazıyı. Bir milat olsun belki devamı gelir diyerek yazdım. Elim alışssın sonrası elbet gelir dedim. Belki zaman bulup yazamam ama en azından bir taş atayım kolum yorulcak mı bakayım diyerek yazdım birazda. Hiç yorulmadım ve çok özlediğimi hatırladım. Devamı gelecektir...