Öncelikle neden 3 ay önce yazmaya karar verip bu kadar beklediğmi kendime açıkladıktan - sanırım bir ev, bir şehir ve bir ülke değiştirmek ve bunu "ne olacak ya?" daha önce 3 kez iş ,2 kez ev ve bir kezde ev değiştirmiştim diye yola çıkmak en büyük hatam olduğundan bu gecikme yaşanmış olabilir- sonra artık yazamaya başlayabilirim.
Dediğim gibi bu yazılarımı kısa tutup, aklımda kalan koşullara, anılara değineceğim. Yaptığım iş ilgili küçük anektodlar olabilir ama fazlaca yüzeysel kalacağına emin olabilirsiniz.
Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde pazarlama işine adım attığımda benim önümde kocaman keşifler yattığının farkındaydım ve ilk seyahatim bu bölgedeki en güçlü 3-4 ekonomiden biri olan Güney Afrika Cumhuriyeti'ne idi -bundan sonra ingilizce kısaltması olan RSA olarak kullanacağım-.
Bazı şeylern farkındaydım ama bazılarının da değildim. Mesela hiç 9 saatlik bir uçuş yapmamıştım! Önce korku sonra endişe sonra nasıl geçecek abi bu 9 saat düşünceleriyle bir gece saat 01.30 da uçağa binip yaklaşık 2 saatlik uyku ile Johannesburg' a inmiştim. Neyseki sonraları daha rahat uyur hale geldim uzun yolculuklarda- hele hele 3 lü orta kordorda boş sıra bulundumu herşey ok abi mod on-.
Havalanı 2010 dünya kupası öncesinde geliştirildiğinden - en aından daha sonra göreceğim kıta havaalanlarından çok daha gelişmiş Avrupai bir yapı- hiçbir sorun çıkmadan Johannesburg'dan fuarın yapılacağı Bothaville şehirne gitmek için bizi bekleyen şoförle buluştum. 4 saatlik yolun yarısında kendisine aç olduğumuzu söylediğimiz şoför, kısmen gelişmiş bir kasabada durarak bizi bir puba götürdü ama benim daha çok aklımda kalan, o düzgün Amerikan pubın iki bina yanındaki Türk kebapcısı oldu. Yani RSA'nın bir küçük kasabasında bile vardık ve kebap satıyorduk...Acaba sahibi nerden neden gelmişti... Darbe girişimi sonrası daha çok kavrasamda nedenini belki de sadece hayatını değiştirmek isteyen bir maceracıydı dükkanın sahibi kim bilir...
Bothaville'deki 3 günde gördüğüm, beyazların açık ara her türlü ekonomik güce sahip olup ekonomi yaratan her işin sahibi oldukları bunun yanında zencilerin ise bu hizmet ya da üretim noktalarındaki en alt seviye işleri yaptıklarıydı. Mesela bir barda aşçı, garson beyaz iken zenciler her zaman temizlik görevlerini üstleniyordu. Bu her iş kolunda benzerlik göstermekteydi ne yazık ki.
Ayrıca beyazlar - genellikle Hollanda yada İngiliz- çok kilolu ve ebat olarak büyüktüler. Haliyle yedikleri de. Mesela bizim cağ kebaba benzer bir kebap söylediğinizde 900 gr et geliyordu önünüze ve bu size ikram edilen en küçük menuydu. Okyanus kıyısı olduğundan balık ve deniz ürünlerinde de bolluk mevcuttu. Özellikle yemek menuleri fakat anladığım kadarıyla her türlü hizmet TR'ye kıyasla çok ucuzdu.
Fuar dönüşünde Johannesburg'dan geldiğimiz otoyolu kullanırken bu sefer uyumamış ve hayatımda gördüğüm en net sınıf ayrımı farketmiştim. Otoyolun bir yanında iki ya da üç katlı villalar ve bu villalarda yaşayan beyazları koruyan yüksek duvarlı, duvarların üstünde elektrik telli yapılar mevcutken, otoyolun tam obür tarafında TR'deki köy evi dışındaki tuvaletler gibi 3-4 metrekarelik tamamen sacdan yapılmış binlerce yanyana yapıda yaşayan zenciler benim önce dumura uğramamı sonra da "bu nasıl dünya kardeşim seven sevene" dememe neden olmuştu.
Son olarak Johannesburg'da kaldığım otel-casinoda hayatımda oynadığım en ucuz kumarı -50 tl ile dört saat geçirmiştim ve tek el için 50 kuruş yeterliydi- hatırlıyorum da KKTC'de giriş bedeli 20 euro isteyen yirmibir masalarına nasıl para dayandığını anlamaya çalışıyorum.
Bu dört günün özeti RSA; seyahati uzun, altyapısı gelişmiş ama kafası kölelik zamanında kalmış, eğitime ve işe aç milyonlarca zenci vatandaşı ile benim ilk ayak bastığım Afrika ülkesi olmuştu.